SİNE-MA/2

Şeyma Acıgöz
3 min readDec 3, 2020

THE CONVERSATION: BIG BROTHER, ORADA MISIN?

Hevesle başladığım bu seriye kısa bir ara verdikten sonra yeniden döndüm. Hem de beni fazlasıyla etkileyen, rahatsız eden ve düşündüren bir film ile: Coppola’dan The Conversation. Coppola’yı hepimiz Godfather serisinden biliyoruz. Ne yazık ki bir sanatçının tek bir işi ön plana çıkıyorsa diğer işleri çok daha geri planda kalıyor ve pek bilinmiyor. Benim The Conversation ile tanışmam ise kendi isteğimle değil, üniversitede aldığım bir sinema dersi ile mümkün oldu. “Mystery in Film” adlı bu dersi 2019 yazında “kafa dağıtmak” için almış, bir ay boyunca seyrettiğimiz filmler dolayısıyla uykularımı kaçırarak kendi kazdığım kuyuya düşmüştüm. Dersi geçebilmem için ise bir sunum yapmam gerekiyordu ve Godfather sevgim sebebiyle Coppola ismini görünce direkt olarak listeden bu filmi seçmiştim.

Ertesi yıl “Sinema Tarihi” dersinde yazmam gereken bir ödev dolayısıyla yeniden The Conversation üzerine düşüncelere daldım. Bu sefer dünya sinema tarihini, filmin çekildiği dönemi, Hollywood sinemasını daha yakından biliyordum ve artık yalnızca filmin kendisini değil başka birçok unsuru da inceleyebilir bir noktadaydım. Bu bana farklı bir güç veriyor olsa da beni filmin bağlamından da koparıyordu aslında. Uzatmayayım. Bu yazı, geçtiğimiz yıllarda hazırladığım iki ödevin derlemesinden oluşuyor diyebilirim. 70’lerin özgün Hollywood sinemasına ilgi duyan, ya da yalnızca yazdığım bu yazıyı okumak isteyen eşi dostu şöyle alalım.

1970’lere geldiğimizde Avrupa sineması yahut Asya’da Japon sineması kendilerine has sinema dilini kurmuş, varlıklarını devam ettirirken Hollywood da dünya çapındaki hakimiyetini koruyordu. Fakat o da bir dönüşüme tâbiydi ve alışılagelmiş üslubunun dışında farklı tarzlar deneyen yönetmenlere sahipti. Tıpkı Avrupa sinemasında olduğu gibi Hollywood’da da yeni auteur’ler ortaya çıkmıştı. “The Golden Seventies” olarak bilinen bu jenerasyon, Hollywood’un klasik anlayışından hoşnut değildi ve yeni arayışlara girmişti. Bazı yapımcı-yönetmenlerin dışında Coppola, Scorsese, Spielberg, Lucas bu jenerasyonun önemli isimlerindendi ve kendi işlerini ortaya koyuyorlardı. Bu yazıda odaklandığımız The Conversation ise Coppola’nın kendine has işlerinden olan, 1974 tarihli, gizem temalı filmidir.

Tekniğin anlatıyla harmanlandığı bu filmin teması, modern zamanların en büyük meselelerinden biri olan mahremiyet ihlali. Daha ilk sahnede, büyük bir meydanı tepeden seyreden bir kamera açısı yavaş yavaş meydandaki insanlara odaklanıyor ve bu insanların aralarındaki konuşmalara parça parça şahit oluyoruz. Sanki bir Tanrı gibi tepeden seyrettiğimiz ve dinlediğimiz insanların yüzlerine yaklaşan kamera sayesinde bir yandan insanları dinliyor diğer taraftan o insanların seslerini kaydeden, yani onları dinleyen insanları da görüyoruz. Bu sahne tüm filmin özeti desek yanlış olmaz sanırım. Çünkü dinlemek ve olaylara hâkim olmak bir insanı Tanrı gibi hissettirirken diğer taraftan müthiş bir paranoyaya sevk edebiliyor. Baş karakterimiz Harry’nin yaşadığı tam olarak bu. Profesyonel bir gözetleyici/dinleyici olan Harry, son model dinleme teknolojilerini kullanarak para karşılığında insanları dinleyen ve seslerini kaydeden bir adam. Bu işi profesyonelce yapan Harry kendini adeta bir Tanrı konumunda görse de yaptığı işin onu ciddi bir biçimde etkilemesi sebebiyle yaşamını adeta bir hapishanedeymişçesine geçiriyor. Hiç kimseye güvenememesi sebebiyle herhangi bir sevgilisi yahut arkadaşı olmayan Harry, hayatındaki her şeyi tehdit olarak algılıyor ve her an birileri tarafından dinleniyormuş gibi tetikte yaşıyor. Bu psikolojik durum film boyunca artarak ilerlerken, gerilimi sağlayan esas şey, filmin bu derinlikli psikolojik yönüdür diyebiliriz.

Psikolojik derinliğinin ve katmanlı yapısının yanı sıra filmin sosyolojik boyutu da büyük önem arz ediyor. 1974 Amerikası’nda mahremiyeti ihlal eden pek çok olayın varlığı biliniyor. Bunların en ünlüsü olan Watergate Skandalı, illegal bir biçimde dinlenme sonucu ortaya çıkan politik bir skandal. Filmde de tıpkı gerçekte olduğu gibi Harry’den para karşılığı dinleme talep eden çokça müşteri var, dolayısıyla mahremiyeti yıkan bu işin aslında o dönemin Amerika’sı için çok normal ve toplum tarafından kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Fakat bu kadar normal karşılanan bu iş, hele ki günümüzde dinleme imkânlarının çok daha kolay olduğu düşünülürse, bireysel yaşamlarımızda nasıl değişikliklere yol açıyor; mahremiyet düşüncemiz ve psikolojimiz bu durumdan nasıl etkileniyor? Filmin bana sunduğu bu mühim sorular elbette bambaşka tartışmaların konusu. Ama şunu söylemek zorundayım, 1974’teki Harry’yi paranoyak duruma getiren ve en sonunda dinlendiği tehdidine karşı koyamayıp evini baştan aşağı yıkıp paramparça eden bu ihtimal; hepimizin karşı karşıya olduğu bir şey değil midir? Hepimiz Big Brother’larımızla yaşıyoruz. O hâlde bu müthiş distopik yaşamlarımızda her birimize sağlıklı günler diliyorum.

--

--